my pages

21 Şubat 2011 Pazartesi

topuk sesleri

Topuk seslerini hafızamda, hiçbir yerde ve hiçbir şeyle iyi bir şeyle ilişkilendiremiyorum maalesef.
Askerin topuk sesleri falan onları geçtim. derdim öyle bir politik eleştiri değil. Tamamen sıradan gündelik hayatın içinden. İlkokulda  Öğretmenin topuk sesleri idi bir zamanlar ruhumu daraltan, üniversite sınavında ritmik seslerden nefret eden benim sınıfımda yüksek ökçeli bir gözetmen, sonra üniversite de çok saygıdeğer arkadaşlarımızın ki onlarda sanırım şimdi başka çocukların ruhunu daraltıyordur, ve nihayet iştekiler. en bunaltıcıları onlar sanırım. kendi varlıklarını nasıl beynime çivilemeye çalıştıklarını bir bilseniz. Güç ve iktidar olgusunun minyatür bir taktik savaşı. Ben nasıl varlığım kimseye bir rahatsızlık vermesin diye uğraşıyorsam onlarda bir o kadar tersini yapma çabasındalar sanki. Aslında varlığımızı bir şekilde dışa vurma ve seslendirme çabasının bir farklı hali olsa diye düşünüyorum. Rahatsız edeninden :)

28 Ocak 2011 Cuma

Hayat Treni

"bir düş kurabilmek"

Şimdiye kadar izlediğim, Hitler Almanya' sını ve yahudilerin durumunu anlatan, en farklı film, HAYAT TRENİ isminde bir filmdi ve üniversitede Medet'le birlikte izlemiştik. Muhtemelen 2000 yılı olmalı. Farklı oluşunun nedeni, yaşanan gerçek dramın içinden, bir o kadar gerçek bir komedi çıkarılmış olmasıydı. İzlediğim birsürü temelde aynı konulu filmden hiçbiri aklımda kalmadı. Yoo, bir de "Hayat Güzeldir" vardı. Evet onun da kurgusu farklıydı ancak gerçek hayatın parçası olabilecek bir kurguydu, bu bakımdan tamamen birbirlerinden ayrılıyorlar. HAYAT TRENİ filminin konusu da tabii ki Almanya'da bir köyde geçiyor. Alman askerlerinin yaklaşmakta olduğunu öğrenen halk bir kurtuluş yolu bulmak için uğraşıyor ve ortaya çıkan fikirler baştan sona komedi. Birden biri "benim bi fikrim var" diyor. ilkokul öğrencisi gibi parmak havada, herkes dönüp ona bakıyor. "TREN". Ama nasıl olur, nasıl gidilir onca yol o kadar kontrolün arasından derken " yahudi taşıyan bir tren olacak" diyor köyün delisi olan fikir sahibi. fikir dahiyane geliyor herkese. askerler seçiliyor, elbiseler dikiliyor ve yolculuk başlıyor, komedi de.

Nereden ve neden aklıma geldi şimdi? O filmi izledikten sonra Medet'le aramızda çok uzun süre devam eden ve okuldan sonra da her karşılaşmamızda sohbetin biryerlerinde mutlaka birimizin cümlenin bir ucuna ekleyiverdiği ve uzun gülüşmelere neden olan "dilucu" esprisi oluvermişti. Çok uzun zaman oldu, hiç kullanmamıştım. Ta ki geçen gün Güray gelinceye kadar. Gecenin bir vakti onca sohbet, onca mutluluk ve özleneni kısa bir zamana sığdırma telaşının içinde dışarı çıkma isteğimi "benim bi fikrim var" diye başlayan o iç burkucu cümle ile başlatana kadar. Ağzımdan dökülen o cümle ile 3-5 saniyede aklımdan geçenler bir ışık hızı ile geçmiş olmalıydı, çokluğunu düşündüğümde. Elbette ilk aklıma gelen Medet oldu, içim burkuldu. Sonsuz bir gülümsemeyle karşılaşmalıydım, kimse gülmedi. Böyle bir cümlenin sonunda gelen herşey kabul edilmeliydi, bir çırpıda reddedildi. Hayat algılarımızdan mı ibaret yoksa? O an ki durgunluğumu, sessizliğimi elbette ki isteğimin reddedilmesine yordu herkes ve üzülmeyeyim diye kabul edildi. Bunu nasıl anlatabilirdim ki, kim anlardı o an yaşadıklarımı?
Neden o gün kullandım ben o cümleyi onca vakit sonra yeniden. Güray ordaydı farklı olarak, evet. Sevinç ve istekle dillendirdiklerime gönülden evet diyecek biri. Ve sanki "benim bi fikrim var", reddedilmemeyle özdeşleşmişti. Algılarımızdaki yanılsamalar!